ANA MENÜ
Kimler Online
Şu anda 5 konuk çevrimiçi
Kıyamet Gerçekliği Ara:

KIYAMET GERÇEKLİĞİ KÜLLİYATI

Evrim ve Yaratılış-I

Kıyamet Gerçekliği Külliyatından

 

YARATILIŞ GERÇEKLİĞİ-I

 

{KEVN-ÜT TEKAMÜL-I}

 

BİRİNCİ CİLT: EVRİM TEORİSİ

{ONLİNE ÖNİZLEME~ÖZET OKUMA}


١-  ﮐﻭُْ ﺍﻟۭﺗّﮑﺂﻤُﻝ 

Yaratılış Gerçekliği I Kapak

   Evrim Teorisi ve Yaratılış iki zıt görüş olarak tarih içerisinde hep sürdürülegelmiştir. Fakat aslında, bu iki kavram TEKAMÜL (değişerek yaratma) noktasında kesişmekte ve yaratıcının varlığını daha iyi ispatlayan birer teoriye dönüşmektedir. Söz gelişi, güneşin orada, yerkürenin burada bulunuşu ve belli bir süratle dönmeleri, gayeli bir davranış mıdır? Plânlanmış bir hareket midir? Yoksa, gelişigüzelliğin zaman içerisinde kademeli olarak devam eden bir hareketler zincirinin bir sonucu mudur? Yeryüzünün hâkimi olan insan, acaba bir takım tesadüf ve rastlantıların ürünü müdür? Yoksa, belirli bir gayeye göre bir Yaratıcı tarafından plânlı olarak mı yaratılmıştır? Yaratılış ne zaman başlamıştır ve ne zaman bitecektir? Varlıkların plânlı Yaratılmış olabileceğini ifade etmek, ‘bilimsel’ bir düşünce tarzı değil midir? İnsanlık tarihi kadar eski olan bu sorulara cevap bulma gayreti, değişik düşünce akımlarını doğurmuştur. “Felsefi fikirler” olarak ifade edebileceğimiz bu görüşler, iki ana grup altında değerlendirilebilir:

Birincisi, tesadüf ve rastlantıları esas alan ve bir yaratıcının varlığını kabul etmeyen düşünce tarzı,

Diğeri de, her bir varlığın gayeli yaratıldığını kabul eden görüş.

Günümüzün evrim felsefesinin temelini teşkil eden tesadüfçü görüş, Milattan Önce 5. asırda Leucippus ve Democritus’la başlamış, değişik versiyonlar ve adlar altında günümüze kadar ulaşmıştır. Bu felsefi düşünceye göre, canlıların yapısında, bir gayeyi, bir plânı araştırmak gereksizdir. Meselâ, gözler görmek için yaratılmamış, şans eseri oluşmuştur. Canlı, şans eseri ona bir defa sahip olduğunda görmemesi imkânsızdır. Bu yüzden tabiattaki gözle görünen açık intizamın ve ahengin temel sebebi şans ve ihtiyaçlardır.

İlk insan Hz. Âdem’den itibaren gayeliliği esas alan düşünce sistemine göre ise, hiçbir şeyin başıboş ve tesadüf eseri olmadığı, bütün varlıkların belirli bir gaye ve hedefe göre plânlanarak yaratıldığı belirtilir. Günümüzde buna “Plânlı Tasarım” deniyor. Amerikalı Biyokimyacı Michael Behe’nin öncülük yaptığı bu görüş, Darwin’nin Kara Kutusu (Darwin’s Black Box) kitabıyla şöhret buldu. Darwin Teorisine alternatif olarak ileri sürülen bu görüşe göre, Darwin zamanında hücrenin içini bilinmeyen bir “Kara Kutu” olduğu, hücrenin detayları anlaşıldıkça, burada “çok kompleks bir tasarımın” bulunduğuna dikkat çekiliyor. Behe’ye göre, canlılardaki kompleks sistemlerin doğal seleksiyon ve mutasyonla, yani bilinçsiz mekanizmalarla ortaya çıkması imkânsızdır. Bu durum, hücrenin bilinçli bir şekilde tasarlandığını göstermektedir. Yaratılış ve gayeliliği savunanlar; atomun etrafında saniyede 50 bine yakın devir yapan elektronun, bir an bile tesadüfle ve başıbozuklukla hareket edemeyeceğini belirtilirler. Elektronların gelişi güzel hareket ettiği farz edilse, o elektronun hızla yörüngesinden fırlayarak, diğer atom sistemlerinin parçalanmasına ve neticede zincirleme atom reaksiyonlarıyla bir anda kâinatın atom bombası gibi infilak edebileceğine dikkati çekerler. Böylece, bir atom ve elektron hareketinin dahi başıboş ve tesadüf eseri olamayacağını nazara verirler. Dolayısıyla, bütün varlıkların sonsuz bir kudret ve ilim sahibi tarafından plânlı ve gayeli yaratılıp idare edildiğini nazara alırlar.

Materyalist felsefeyi savunan evrimcilerin en çok üzerinde durdukları konulardan birisi, varlıkların plânlı ve maksatlı yaratılmış olduklarını ileri sürmenin ‘bilimsel’ olmadığı, böyle bir düşüncenin ‘dogmatik’ olduğu ve tartışılamayacağı iddialarıdır. Niçin bu iddialarında ısrarlıdırlar? Çünkü Selimiye’yi kabul edip, Mimar Sinan’ı kabul etmemek mümkün değildir. Dolayısıyla, “Selimiye Camii’ni bir ustanın yapmış olmasını düşünmek bilimsel değildir” deyip mantıklı düşünmenin önü kesiliyor ve her şey tesadüflerin eline veriliyor. Tesadüfen basit bir çorba bile oluşmazken, dünyadaki sonsuz sayıdaki varlıkların tesadüfen meydana geldiğini kabul etmek, onlara göre, bilimsel bir düşünce tarzı oluyor!

 

Gözlüğün ustası vardır, ama göz tesadüfün eseridir!

 

Aslında plânsız ve tesadüflerin ürünü bir varlığı incelemek yerine, plânlı tasarımın bulunduğunu bilerek araştırmanın çok daha mantıklı ve araştırma ruhunu kamçılayıcı olduğunu onlar da kabul ediyor. Ama maalesef, materyalist düşünceye olan dogmatik yaklaşım, mantıklı düşünmeye de ket vuruyor. Bir insanın kullandığı gözlüğün mutlaka bir ustasının olduğu ve bunun bir gayeye göre ve ölçülü yapıldığında herkes hemfikirdir. Ama gözün yapısına gelince, o tesadüfe veriliyor!

 

 

Bir ilah yerine sayısız ilah!

Her saniye binlerce değişik ve planlı reaksiyonların cereyan ettiği hücreyi, bu materyalist felsefeye göre, bu hücrenin içersindeki DNA molekülleri idare etmektedir. Üstelik bunlar ‘akıllı moleküller’ olarak adlandırılır. Bu moleküller hücrenin en ince ayrıntılarına kadar her şeyi bilecek, o canlının geçmiş ve geleceğini kavramış olacak. Tabiî bu yetmez, gerekli icraatları yapacak, hücreler arasındaki organizasyonu sağlayacak kudrete sahip bulunacak. Velhasıl, bu moleküller bir ilah kadar ilim, irade ve kudrete sahip olmalıdır. Böyle bir düşünceyi savunanlar, bir ilahı kabul etmeyip, atom ve moleküller adedince ilahları kabule mecbur kalıyorlar. İşin garibi, tek ilahı kabul ederek meseleye yaklaşım bilimsel bir düşünce tarzı olmadığı gerekçesiyle hemen reddediliyor. Ama her bir atoma veya moleküle bir ilah kadar görev yüklemek, tek ilmi düşünce sistemi olarak takdim ediliyor. Bize de, “Bu kadarına da pes doğrusu” demek düşüyor.

 

Soru ve Cevaplarla Yaratılış


Soru: Yaratılış görüşü nedir? Yaratılış, değişimi kabul etmez mi? Yaratılış nasıl gerçekleşmiştir? Yaratılış devam etmekte midir?  

Cevap: Bu sorulara cevap verme hakkı ve görevi, daha çok bilimin değil, dinlerindir. Çünkü yaratma olayı Allah tarafından gerçekleştirilen bir hadisedir. Dolayısıyla Yaratılış görüşüne dinlerin sahip çıkması gayet normaldir. Diğer taraftan yaratılışçılar, Evrim Teorileri’nin izaha çalıştığı ana problemleri, kendilerinin de açıklayabileceğini ve hatta bu izahlarında evrim görüşlerine göre daha isabetli ve haklı olduklarını ileri sürmektedirler. Bunlar hiçbir canlının kendini plânlayıp yapamayacağına dikkati çekerler. Evrende atomdan galaksilere kadar her şeyin son derece düzenli, plânlı ve programlı yer aldığını, varlıkların kâinatta bu dengeli yerleşiminin, sonsuz bir güç, sonsuz bir ilim ve irade ile mümkün olduğunu belirtirler. Son yüzyıl içinde Yaratılış görüşü, ilmin verilerine uygun, “evrimin alternatifi” olarak detaylı bir şekilde ortaya konamamıştır. Dolayısıyla, ancak Evrim Teorileri’ne karşı reaksiyoner bir duruma düşülmüş ve umumiyetle bu teorilerin kendi görüşlerini ispat için kullandıkları deliller çürütülmeye çalışılmıştır. Ancak son 10 yıl içerisinde moleküler sahada ve özellikle hücre bazında cereyan eden biyolojik olayların çok karmaşık ve komplike reaksiyonları gerektirdiğine, bunun da önceden tasarlanmış ve plânlanmış olaylar olduğuna ve bu tasarımı yapan bir tasarımcının ya da Yaratıcı’nın bulunduğuna dikkat çekilmektedir. Dinden gelen tepkiler, genelde Hıristiyanlığın varlık ve yaratılış konusundaki kaynaklarına dayanıyordu. Hâlbuki bu kaynakların semavi sağlamlıkları şüpheli olduğundan delil ve iddiaları da tatmin edici değildi ve zayıf bir reaksiyondan ileri gidememişti. Bu bakımdan ilim çevrelerinden de fazla rağbet görmedi. Şunun da belirtilmesi gerekir ki, Yaratılış görüşünün takdim edilişinde, sınırlarının tespitinde, detaylarının izahında, biyolojik olayların ve özellikle varyasyonun yorumlanmasında, üzerinde birleşilmiş ve herkesin aynı şekilde anladığı bir yaratılış modeli yoktur. Bunda, evrim terminolojisinin yanlış anlaşılmasının da büyük payı vardır. Hıristiyan din adamları ve Yaratılış görüşünü savunan Hıristiyan bilim adamları, özellikle yüksek yapılı varlıkların bir anda bütün mükemmeliyetiyle ortaya çıktığını savunurlar. “Aşamalı değişim” adı verilen tedricî gelişimin olmadığını, zira böyle bir kabulün “yaratma” kavramına aykırı düştüğünü farz ederler. Yaratıcı daima vasıtasız olarak ve kısa zaman aralıklarıyla birdenbire yaratmaktadır. Bunun bir sonucu olarak, türler birbirlerinden bağımsız olarak ani şekilde ortaya çıkmışlardır. Zamanla bunların bir kısmı hayat sahnesinden çekilmiş, onun yerini yenileri almıştır. İlk canlının meydana gelişi, dünyanın yaşı ve Tufan Olayı’nın yorumlanması gibi hususlar, özellikle Hıristiyan kaynaklarda tahriften dolayı doğruluğu şüpheli olan bilgilerle savunulmaya çalışılmıştır. Dinler, vahye ve hadislere dayanırlar. Bu iki kaynaktan elde edilen bilgilerde şüphe olmadıkça, Yaratılış görüşünün şekillenmesinde başvurulacak asıl kaynaklardır. Bilindiği gibi Hıristiyanlık ve Yahudilik, kaynak sağlamlığı bakımından güvenilir olmaktan çok uzaktır. Bu kaynaklar değiştirildikleri için orijinal yorumlarını kaybetmişlerdir. Kaynak sağlamlığı bakımından İslâm dini diğerlerinden çok farklıdır. Bu dinin kaynakları zamanımıza kadar titizlikle muhafaza edilmiştir. O hâlde, yaratılış konusunda şüphelerden uzak ve tereddütlere yer vermeyen, daha gerçekçi izah tarzlarını İslâmî kaynaklarda bulacağımızı umabiliriz. Ancak İslâm âleminde Batı ve Yunan felsefesinin büyük tesiri sebebiyle yaratılış konusu farklı açılardan yorumlanmıştır. Dolayısıyla bu fikirlerin tarihî seyir içinde gözden geçirilmesinde fayda vardır.

Soru: Varlıklar nasıl ortaya çıkmıştır?


Cevap: Varlıkların ortaya çıkışıyla ilgili ileri sürülen değerlendirmeleri dört grupta toplamak mümkündür.

Bunlar;

1- Eşyanın, kendi kendine var olduğu görüşü,

2- Sebeplerin o şeyi vücuda getirdiğini kabul eden görüş,

3- Tabiatın, o varlığın teşkilinde rol oynadığı görüşü,

4- Varlıkların, ilim, irade ve kudret sahibi birisi tarafından vücuda getirildiği görüşü.


Bu ihtimalleri test edebilmek için, tahtaya bir varlığın ismini yazalım. Meselâ, bu koyun olsun. Şimdi, bu beş harfli yazının tahtaya nasıl yazılmış olabileceğini, yukarıdaki ihtimaller ile ayrı ayrı değerlendirelim:


1-Eşyanın, kendi kendine var olduğu görüşü

Tahtadaki "murad" kelimesinin, kendi kendini yazması imkânsızdır. Bu beş harfli kelimelerin kendilerini yazmış olduğunu hiçbir kimseye inandırmak mümkün olamaz. Kaldı ki, bu beş harfin kendi kendine olabilmesi için, öncelikle kendileri mevcut olmalıdır. Başlangıçta yok olan bir şeyin önce yokluk aleminden varlık alemine getirilmesi gerekir. Mevcut olmayan bir şey, nasıl kendini yazacaktır? Dolayısıyla böyle bir yaklaşımın mantıklı hiçbir yanı yoktur. Beş kelimelik murad kelimesi kendi kendine yazılamazken, göz, kulak ve kalp gibi pek çok organdan meydana gelmiş olan şahsın kendisi, kendi kendine meydana gelebilir mi?


2- Sebeplerin o şeyi vücuda getirdiğini kabul eden görüş

“Murad” kelimesini yazan sebeplerin başında tebeşir gelmektedir. Tebeşirin kendiliğinden yerinden kalkıp bu kelimeyi yazdığını, aklı başında olan bir kimseye inandırmak mümkün değildir. Ya da, bu kelimeyi elementler yazmış olmalıdır. Yani, her bir atom veya molekülün, bir araya gelerek bu yazıyı oluşturduğunu kabul etmek gerekecektir. Cansız ve şuursuz elementlerin böyle bir kelimeyi yazabileceğini hiç kimse kabul etmeyecektir. Bir kelimeyi dahi yazamayan sebepler, her bir hücresi çok organize olmuş ve adeta bir şehir gibi plan ve programa sahip milyarlarca hücreden oluşan bu şahsın kendisini sebepler nasıl meydana getirmiş olabilir?


3- Tabiatın, o varlığı meydana getirdiği görüşü

Önce tabiat nedir, onun bir tarifini verelim. Canlı ve cansız varlıkların tamamı olarak ifade edilen tabiat; sanattır, sanatkar değildir. Kanundur, kudret sahibi olamaz. Bir nakıştır, nakkaş olamaz. Mahluktur, Halık ve Yaratıcı olamaz. Tabiatın unsurlarından olan; hava, su ve toprak gibi cansızlar varlıkların tahtaya (aslı Levh-i Mahfuzda saklı tutulan) o esmayı, kelimeyi yazması, hele yaratması, vücuda getirmesi hiç mümkün değildir. Her biri çok detaylı ve manzum bir eser gibi kayıtlı kitaplar dolusu genetik bilgiler taşıyan Canlı varlıklardan olan bitkiler ve hayvanlarda da böyle mana ifade eden bir kelimeyi yazamayacaklarına göre, demek ki, bu kelimenin noksansız kusursuz ve pek çok kez hatasız bir şekilde yazılması, çizilmesi, programlanması ve kader ve imtihan sahnesine çıkarılması, çok yüksek bir akıl, ilim ve kudret sahibi birisinin eseri olmalıdır. Beş harfli bir kelime dahi kendi kendine veya tesadüfen ya da tabiat tarafından tahtaya yazılamazken, dokuları, organları ile milyarlarca hücreli bir varlığın tesadüfen, kendi kendine, ya da tabiat tarafından yapılması ve yazılması mümkün olabilir mi? Bir ismin yazılması için, nasıl ki bir irade, kuvvet ve ilim sahibi birisi gerekiyorsa, bizzat insan ve benzer bütün varlıkların yazılması, yani ortaya çıkarılması için de elbette bir Yaratıcıya ihtiyaç vardır.
 

Soru: Sadece sebep sonuç ilişkisiyle kainatı anlamak mümkün müdür?

Cevap: Bilim, varlıklar sadece sebep-sonuç ilişkisiyle ele almakta ve onları tek boyuta indirgenerek incelenmektedir. Böyle bir yaklaşım tarzı, kainatı anlamak ve ondaki sırları çözmek için yeterli değildir. Bunun için metafizik yaklaşıma da ihtiyaç duyulmaktadır. Bilim felsefecileri bugün, olayları incelemede, onların metafizik yönlerinin de dikkate alınmasını ısrarla dile getirmektedirler. Nitekim bunlardan Copleston, dinin, evreni anlama ve açıklamada bilimi tamamladığı görüşündedir. Ona göre, bilimin sebep-sonuç ilişkisiyle evrenin anlaşılması ve anlatılması mümkün değildir. Yeterli bir açıklama, her şeyi bütünüyle kapsayan, kendine daha fazla bir şey eklenemeyen açıklamadır. O, öyle bir açıklamayı bilimden değil, metafizikten elde edeceğimizi nazara verir. Ona göre, bilimsel metodun etkinlik alanı sınırlıdır. Hayatla ilgili pek çok problem, bu bilim alanın dışındadır. Örneğin insana ilişkin bilimlerden Psikoloji davranışlarımızla "ruhsal" denen süreçleri inceler. Anatomi, fizyoloji, biyokimya vb. çalışmaların konusu organizmanın yapı ve işleyişine ilişkindir. Antropoloji, sosyoloji ve sosyal psikoloji insanı inançları, töre, gelenek ve alışkanlıkları; hayat tarzı ve yaşama şekillerini ele alır. Bu çalışmaları birlikte değerlendirsek bile, insanı "gerçek niteliği"ne inerek onu bütün yönleriyle çözümlediğimizi söyleyemeyiz. Ona göre, insanın bilimsel metotla erişilemeyen bir öz niteliği, bir varlık ve mana problemi kalmaktadır. İşte bu özde saklı kalan şeye ancak Allah kavramına başvurarak açıklık getirilebilir. Aynı şekilde, dünyanın, Allah ile ilişkisi kurulmadıkça, kendi içinde ne anlamı ve ne de anlaşılır niteliği vardır. İnsan kulağına giren bir ses gözden yaş akıtıyor, kalbin çalışmasını hızlandırıyor. İnsanın biyolojik âlemini harekete geçiriyor. Böbrek üstü bezi salgısını arttırıyor. Buna bağlı olarak insan bedeninin tamamında biyolojik ve fizyolojik faaliyetler değişiyor. Halbuki, insan bünyesinde meydana gelen pek çok biyolojik hadise, kulaktan giren bir sesin insanın ruh âlemine yaptığı tesirle ilgili olmaktadır. Biyoloji, insanın ruhuna bağlı olan bu âlemine giremiyor. İşte insanı hakkıyla anlayabilmek için, onun bütüncül bir şekilde, yani hem maddesiyle ve hem de manasıyla ele alınması gerekiyor.


Soru: Yaratılışta sebeplerin rolü nedir?

Cevap: İlk yaratılış ve bazı mucizeler istisna edilirse, varlıkların yaratılışında daima sebep ve kaidelerin varlığı dikkati çeker. Kanunlar ve prensipler manzumesi her şeye hâkimdir. Bütün hareket ve davranışlar, belli bir nizamı takip etmek zorundadır. İlimlerin görevi de eşyanın tâbi olduğu bu kanunları tespit ve tayindir. İslâm itikadında sebep ve kanunlar, kesinlikle gerçek etki sahibi değildir. Asıl tasarruf, Allah’ın kudret ve iradesindedir. Sebepler ve kanunlar, kudretin tasarrufunu gözlerden gizlemeye memur birer perdedirler. Böylece, eşyanın yaratılışının ve değişiminin izahını ve yorumunu yapan kimsenin iradesini serbestçe kullanma imkânı tanınmıştır. Eşyadaki tasarruf sebepsiz cereyan etmiş olsaydı, insan iradesi yönlendirilmiş olacak ve imtihan sırrına muhalif olarak herkes ister istemez Allah’a ve O’nun kudretine inanmış olacaktı. Eşya arasındaki mevcut kurallar, fevkalade durumlar dışında değişmez. Hâl böyle olmakla beraber kâinat, otomatik işleyen ve ustasının karışmadığı bir makine veya saat gibi değildir. Varlık âlemindeki her oluş, her hareketi her an Allah’ın kontrol ve tasarrufundadır. Varlıklar birdenbire yaratılabileceği gibi, tedricî olarak da, yani aşamalı bir şekilde hasıl edilebilir. Hatta insanın yaratılışında da tedriciyet söz konusudur. Varlık âlemine bir hücreyle çıkıyor, dokuz ay sonra bebek olarak dünyaya ayağını basıyor. Bu tedricî tekâmül belli bir devreye kadar devam ediyor. İlk insanın da toprak, balçık, sülale gibi safhaları geçirdiği anlaşılıyor.

Sonuç olarak şunlar söylenebilir:


1- Yaratılışta İlahî kuvvet, kudret, ilim ve irade kendini göstermektedir. Hâl böyle olmakla beraber, her hadise bir sebep-sonuç münasebeti içinde halk edilerek, sebep ve tabiat kanunları Allah’ın tasarrufuna perde edilmiştir. Bu bakımdan, değişik faktörler ve kanunlar iş yapıyor gibi görünmektedir.


2- Bazı varlıklar bir anda hasıl edilebildiği gibi, bazıları da aşama aşama kemale ulaştırılmaktadır.

Soru: Yaratılış sürekli midir? Yoksa bir anda başlayıp bir süre sonra bitmekte midir?

 


 

Cevap: İnsanın ortaya koyduğu bir eser, nasıl yapıldıysa öyle kalır. Onda gelişme ve büyüme özelliği yoktur. Fakat canlılar böyle değildir. Onlar ister bitki, ister hayvan ve isterse insan olsun, yaratılışları her an yenilenmekte, değişmekte ve farklılaşmaktadır. Bilindiği gibi, canlılar hücrelerden meydana gelmektedir. Her bir hücrede bir anda binlerce değişik reaksiyon söz konusudur. Bilimin yeni tespitlerine göre, hücredeki bu aktivitenin ayakta tutulabilmesi için tüm kainatın içeriğini bilen bir kudret ve şuura ihtiyaç vardır. Bu da, sonsuz bir ilmi bulunan bir mutlak zorunlu zatın, Allah'ın varlığını zorunlu kılmaktadır. Çünkü ancak bu şekilde sonsuz bir kudret yine sonsuz bir ilimle ayakta tutulabilir. Dolayısıyla hiç bir varlığın ve insanın yaratılışı bir anda başlamış ve bitmiş bir hadise değildir. Teneffüsle alınan ve verilen hava, besinlerle vücuda giren elementler, insanın hücrelerinde meydana gelen yapım ve yıkım olayları, insanın her an değiştiğini ve adeta yeniden yaratıldığını göstermektedir. Bu değişiklikleri belki küçük zaman dilimleri içerisinde göremiyoruz. Ama daha geniş aralıklarla kendimize bakınca bunu kolayca anlayabiliriz. Meselâ, 80 yaşındaki bir kimse, her sene bir fotoğraf çektirmiş olsa, ilk yıllardaki resimlerin kendisine ait olduğunda tereddüt edecek kadar değişiklikleri gözlemesi mümkündür. Demek ki, insanın vücudundaki elementler ve onların teşkil ettiği moleküllerde devamlı değişiklikler olmakta ve insan adeta her an yeniden yaratılmaktadır. Bir saniye sonraki insanın, pek çok atomu yenilenmiş, adeta yeni bir insandır. Bu bakımdan, Allah’ın kainattaki icraat ve tasarrufu her an devamlıdır. Kainat, bazı felsefecilerin tasavvur ettiği gibi, kurulmuş bir saat gibi, Allah tarafından yapılmış ve ondan sonra kendi haline bırakılmış değildir. İşte böyle her anı farklılık gösteren insan, her saniye başka bir insandır. Dolayısıyla bedenine gelen yeni elementlerin iman nuru ile nurlanması için, insanın imanını her an tazelemesine ve ibadet ve tefekküre ihtiyacı vardır.


Soru: Yaratılışı anlamak mümkün müdür?

Cevap: Canlıların yaratılışı mu’cizedir. Yani, insanın onu taklit edip yapması mümkün değildir. Bu yaratılış hadisesini görmek de, anlamak için yeterli değildir. Çünkü, bizim duygularımız ve algılama kapasitemiz çok sınırlıdır. İnsanın şimdiki her an yaratılışı ve değişmesi, en az ilk insanın yaratılışı kadar ehemmiyetlidir. Şimdi de her insan, tek hücreden yaratılıyor. Bunu biliyor ve görüyoruz. Bu yaratılış hadisesini her birimiz yaşayarak geldik. Her an da, yaratılışımız yenileniyor ve değişiyor. Ama ne kadar anlayabiliyoruz. Yaratılışta bir takım sebepleri bilmek ve saymak, onun basitliği ve bilindiği manasına gelmez. Bilmek, sadece bizim bu konudaki cehaletimizi giderir. Mesela, alınan bir besinin, kan olması, kemik hücresine dönüşmesi, göze gideceğin göze, saça gidecek atom ve moleküllerin saça gitmesi ve hakeza. Bütün bu hadiseler çok geniş ve külli bir ilim ve iradenin kuvvet ve kudretin eseri olduğunu bize göstermektedir. İşte bu bakımdan insan, bazı felsefecilerin iddia ettiği gibi, bir takım kör kuvvetlerin ve serseri tesadüflerin ve tabiatın eseri olamaz.

İsterseniz yaratılış olayını biraz daha açalım. Meselâ tavuk yumurtasını ele alalım. Bu yumurta da tek hücredir. İçerisinde belli oranlarda sodyum, potasyum, karbon ve hidrojen gibi belli elementler vardır. Uygun şartlarda 21 günde bu yumurtadan civciv çıkmaktadır. Yani, yumurtanın sarısı ve akı, kısa süre içerisinde kanat, barsak, tüy, gaga, göz, kulak, ciğer v.s olmuştur. İş böyle de kalmamış, bu sayılanlar ve daha sayılamayanlar bir vücut şeklini almış ve ona bir de hayat verilmiş ve ayrıca bir de ruhla güzelleştirilmiştir. İşte bu yaratılış olayı her an gözümüzün önünde cereyan etmektedir. Şimdi bu hadise basit sıradan herkesin yapabileceği bir iş midir? Ya da, bir takım gelişme basamaklarını bilimle izlediğimiz bu hadiseyi, gerçekten anladığımız söylenebilir mi? İşte bir başka misal incir çekirdeği. Bu çekirdeğin içinde ağacın bütün plan ve programı mevcuttur. Bu çekirdekten koca bir incir ağacının çıkması, ne kadar muazzam bir hadisedir. İnsanlık tarihi boyunca, varlıkların yaratılışı hakkında çok farklı felsefî görüşler ileriye sürülmüştür. Zaman zaman semavî beyanlar ve peygamberlerin mesajları ile Allah'ın kâinatta mutlak tasarruf sahibi olduğu bildirilmiş olmasına rağmen, bu mesajlar kısa sürede göz ardı edilmiştir. Bu hususta, özellikle Yaratıcı'nın isim ve sıfatlarını anlamada hata yapılmış, ya O'nun çok küçük varlıklarla uğraşmadığı yönünde bir ekol gelişmiş, ya da, Allah'ın belli bir büyüklükten sonraki varlıkları yaratmada zorluk çektiği yönünde batıl bir düşünce hâkim olmuştur. Yaratma fiili, Allah'ın tasarrufundadır. Bunu anlamak pek kolay değildir. Çünkü, bizim fiilimizle O'nunki çok farklıdır. Biz topraktan çanak çömlek yapıyoruz. O ise, bütün bitkileri, çiçekleri, yaprakları ve meyveleri ondan halk ediyor. Allah'ın (c.c.) görme, işitme, ilim, kudret, hayat gibi isim ve sıfatları zatındandır. Yani, O'nun varlığının gereğidir. Varlığı ile kâim ve daimdir, isim ve sıfatları zatından ise, bunların zıddı O'na bulaşamaz. HAYY (DİRİ) ve KAYYUM'dur (KENDİ VARLIĞI İLE AYAKTA TUTAN). Allah'ın yaratma fiilini bir derece anlamak için O'nun, isim ve sıfatlarına ait şu hususların bilinmesi gerekir:

1. Allah'ın isim ve sıfatları zatındandır.

Yani, bizatihi O’nun varlığının gereğidir. Meselâ, Kudret sıfatını ele alalım. Allah’ın kudreti zatındandır. Yani, O'nun varlığının gereğidir. O sıfatın bulunmaması halinde o ilah olamaz. insanın sıfatları ise, zatından değildir. İnsanda sıfatlar zatından olmadığı, sonradan verildiği için, bu sıfatın bulunmaması halinde, yine o varlığını devam ettirir. Meselâ, kudreti olmayan bir kimse, yine insan tarifine dahildir. Görmesi, ya da işitmesi olmayan, yine insan tanımlamasının içindedir. Aklı ve ilmi olmayan da insandır. Halbuki ilah öyle değildir. O’nun bütün sıfatları sonsuz olarak bulunmak kaydıyla ilah olabilir. Yani, Kudreti sonsuz olmayan ilah olamaz. İlah’ın görmesi sonsuzluğa uzanmalıdır. Sonsuz işitmesi bulunmayan ilah değildir. Sonsuz ilmi olmayan ilahlık dava edemez.


2. Allah’ın isim ve sıfatları zatından olunca, O'na o sıfatların zıddı giremez.

Zıttının girdiği farz edilse, bu durumda iki zıddın bir anda bulunması lazım gelecektir. Bu ise, mantıken ve aklen mümkün değildir. Meselâ, kudretin zıttı acizliktir. Bir ilah, aynı anda hem sonsuz güç sahibi ve hem de hiçbir şeye gücü yetmeyen aciz olmaz. Bir ilah için, hem sonsuz ilim sahibi olmak ve hem de hiçbir şeyi bilmemek mümkün değildir. Demek ki, sıfatlar zatından olunca, o sıfatın zıttı oraya giremiyor.

3. O'na sıfatların zıddı girmeyince, orada mertebe, derecelenme olmaz.

Sıfatlarda derecelenme, o sıfatın zıttının varlığı ile mümkündür. Güzellikteki derecelenme, çirkinliğin bulunması sebebiyledir. Acizlik olmayınca o kudrette derecelenme bulunmaz. İlimdeki mertebe, cahilliğin mevcudiyetiyledir.

4. İsim ve sıfatlarda derecelenme olmazsa, o isim ve sıfatlara fiillerin tahakkuku bakımından büyük küçük, az çok fark etmez.

Yani, bir atomu nasıl kaldırıyorsa, bütün kâinatı da öyle kaldırır, idare eder. Atomu idare eden kuvvet ile kâinatı idare eden kuvvet arasında fark yoktur. Bir atomu idare etmede ve onun ihtiyacını görmede harcanan kuvvet ne ise, bütün kâinatı idarede de harcanan kudret aynıdır. Yaratma noktasında da öyledir. Allah’a göre, bir atomu yaratmakla bir çiçeği yaratmak, bir insanı yaratmakla bütün insanları yaratmak, Bir baharı yaratmakla bütün kâinatı yaratmak arasında fark yoktur. Bir atomu yaratmakta harcadığı kudret ne ise, Cennet ve Cehennem de dahil, bütün âlemleri yaratmada harcadığı kuvvet aynıdır. Bir atomun sesini nasıl işitiyorsa, bütün kâinatın sesini de öyle işitir. Bir atomu nasıl görüyorsa, bütün varlıkları da aynı şekilde görür. Az-çok, büyük-küçük O’na göre birdir. Bunu, güneşin faaliyeti ile bir derece anlamak mümkündür. Meselâ, bahar mevsiminde gündüz vakti güneş, yansıdığı alandaki bütün bitkileri aydınlatmaktadır. Burada tek çiçek kalsa, diğer bütün bitkiler ortadan kalksa, güneşin işi kolaylaşmayacaktır. Yani, bütün bitkileri aydınlatmadaki rolü, sarf ettiği gücü ne ise, tek çiçeği aydınlatmada harcadığı gücü de aynıdır. Allah'ın bir mahluku olan güneş böyle olursa, elbette, kâinatın sahibi olan Cenâb-ı Hak için mahlûkatı yaratma ve idarede büyük küçük az çok hiç fark etmeyecektir. İnsan kendisine verilen cüz-i ilim, irade kudret ve malikiyetle, Cenab-ı Hakk’ın ilmini, kudretini ve malikiyetini anlar. “Ben nasıl bu mülkün sahibiyim. Burada istediğim gibi tasarruf edebiliyorum, Cenab-ı Hak da bu kâinat mülkünün sahibidir ve onda istediği gibi tasarruf eder” der. Allah’ın isim ve sıfatlarını bir derece anlar. Bütün insanlarda el, yüz ve göz gibi organlar aynı olmakla beraber, her bir ferdin simasındaki farklılık Cenab-ı Hakk’ın ehadiyetini ve birliğini, istediğini istediği gibi yaptığını gösteren bir mührüdür. İnsan da yeryüzü sayfasında bir kelime gibidir. Her harfinde ayrı bir mana, her noktasında ayrı bir sanat ve hikmet gizlidir. Yüz trilyona yakın hücreden örülmüş bu insan sarayında her bir hücre bir nokta gibidir ve bu her bir noktaya binlerce cilt kitaba sığdırılmayacak kadar bilgi yükleyen kâinat sahibi, kendi varlığını ve birliğini böyle bir mühürle göstermek istemektedir. Bütün bilimlerin gayesi ve faaliyeti bu kainat kitabını okuyup açıklamaktır. İnsan kelimesini okumaya çalışan ilimler, onun her bir organını ayrı bir bilim sahası olarak ele almaktadır. Bu sahada edinilen bilgileri, Allah’ın eseri olarak algılamak, Allah’ı bilmeye vesiledir. Bu ilim sahasında bir kimse ne kadar ilerlese, bilgi sahibi olsa, MARİFETULLAH’ta, Allah’ı bilmede o kadar terakki eder. Cenâb-ı Hak, Kayyum isminin tecellisiyle bütün kâinatı her an ayakta tutmakta tasarrufunda bulundurmaktadır. Bir an bile, hiçbir şey O’nun nazarından hariç değildir. Nasıl ki, bir fabrikayı çalıştıran elektriğin bir an kesilmesi, o fabrikayı durdurursa, Sani-i Zülcelal’in kâinattaki tasarrufu, idaresi, kontrolü bir an çekilse, her şey alt üst olur, kâinat dağılır. Tıpkı insan ruhunun, insanın bütün bedeniyle bir anda alâkadar olduğu gibi, Cenâbı Hak da, kâinatta her şeyi bir anda nazarında bulundurmakta, uzak yakın büyük küçük fark etmemekte, bütün sesleri tıpkı insan ruhunun, insanın bütün bedeniyle bir anda alâkadar olduğu gibi, Cenâbı Hak da, kâinatta her şeyi bir anda nazarında bulundurmakta, uzak yakın büyük küçük fark etmemekte, bütün sesleri birden işitmekte, bütün varlıkları bir anda görmekte, bütününü birinin imdadına göndermektedir. Cenâbı Hak, bütün varlıkları hem vücuda gelmeden ve hem de vücuttan gittikten sonra bilmektedir. Yani, geçmiş ve gelecek her şey bir anda O’nun ilmindedir. Nasıl ki elimizde bir ayna olsa, bu aynaya göre sağ tarafımızdaki mesafe geçmiş, sol tarafımızdaki mesafe gelecek farz edilse, o ayna önce yalnız karşısını görür. Yukarıya çıktıkça her iki tarafı da birden içerisinde gösterir. Aynanın içindeki bu görüntüye göre artık geçmiş gelecek söz konusu olmaz. Çünkü, her iki tarafı da birden görmektedir. İşte İlmi ezeli, hadîsin tâbiriyle, Manzar-ı âlâdan, ezelden ebede kadar her şey, olmuş ve olacak, birden tutar, ihata eder bir makam-ı âlâdadır. Cenab-ı Hak için geçmiş ve gelecek söz konusu değildir.

Her şey ve bütün âlemler bir anda O’nun nazarındadır..

 

Evrim Teorisi (Evolution Theory), Bilimsel bir teori midir ve Bilimselliğin kriterlerini karşılamakta mıdır? Platon’un, Aristoteles’in, Leibniz’in, Hume’un, Kant’ın, Popper’ın, Kuhn’un felsefeleriyle bu teorinin nasıl bir bağlantısı vardır? Evrim Teorisi’nin felsefî ve teolojik sonuçları nelerdir? Yaratıcı’nın var olup olmadığı meselesiyle Evrim Teorisi’nin nasıl bir ilişkisi bulunmaktadır? Yaratıcı’nın varlığını rasyonel olarak temellendirmeye çalışan tasarım deliline, Evrim Teorisi tehdit oluşturmakta mıdır? Evren, doğa yasaları, evrensel tüm oluşumlar, bütün canlılar ve biz tesadüfen mi oluştuk, yoksa bilinçle ve kudretle bir Yaratıcı tarafından oluşturulmuş bilinçli bir tasarımın ürünleri miyiz? İslâmiyetin, Hristiyanlığın ve Yahudiliğin teolojileri gerçekten de Evrim Teorisi’nin reddedilmesini gerektiriyor mu?

Bu ve bunlar gibi daha pek çok soruya bu kitapta cevap vermeye çalışacağız. Evrim Teorisi’nin, tarihte hiçbir bilimsel teoride gözlenemeyecek kadar farklı çalışma alanlarıyla bağlantısı olmuştur. Bu çalışmada, konunun bu özelliği yüzünden biyolojinin genetik, embriyoloji, biyokimya gibi alt-dallarından; felsefenin din felsefesi, biyoloji felsefesi, bilim felsefesi gibi alt-dallarına; İslâm teolojisinden Yahudi ve Hristiyan teolojilerine; ayrıca yerbilim, antropoloji, sosyoloji ve iktisat gibi konuyla ilgili pek çok alana temas edildi. Farklı disiplinler arasında çalışmalar yapılması gerektiği, farklı alanların bilgisinin birleştirilmesinin verimli sonuçlar doğuracağı sıkça dile getirilir ama bu dileği yerine getiren çalışma sayısı gerçekten de çok azdır. Söz konusu olan Evrim Teorisi ve onun bilimsel, felsefî ve teolojik açıdan ele alınması ise, bu sorun iyice kendini göstermektedir. Bu çalışmada, her iki konu da çiftyönlü olarak ele alınıp; bu sorunun üstesinden gelinmeye ve biyolojiyle ilgilenenler kadar; felsefe ve teolojiyle (Din-bilimiyle) ilgilenenlerin de sorularına cevap verilmeye çalışılacaktır. Evrim Teorisi’nin en geniş kabul gören açıklamasına göre, bütün canlılar birkaç milyar yıl önce oluşmuş tek hücreli ‘ortak bir ata’nın soyundan gelmektedir. Bu ‘ortak ata’nın soyları boyunca ortaya çıkan değişimler, bütün canlılığın açıklaması olarak kabul edilir ve bu değişikliklerin sebebi genlerdeki ‘Mutasyonlar’la, dünya ortamına uygun canlıların hayatta kalıp diğerlerinin elenmesi ise ‘Doğal Seleksiyon’ mekanizmasıyla açıklanır. Evrim Teorisi, canlıların kökenine dair bir teoridir. Canlılar hakkında ne düşündüğümüz ise gerçekten de önemlidir, çünkü biz de canlıların bir parçasıyız. Kendimiz hakkındaki kanaatlerimiz ise sadece bir biyoloji bilgisi olarak kalmaz; hayatın anlamı, var oluş ve ahlâk gibi alanlarla ilgili düşüncelerimiz ve bunlarla ilgili vereceğimiz kararlar da kendimiz hakkındaki kanaatlerimizle bağlantılıdır. 19. yüzyıldan önce ‘Din-Bilim çatışması’ dünya gündeminde önemli bir yer tutmuyordu. Ufak tefek sorunlar vardı ama dinbilimcilerin çoğu Newtoncu bir evren anlayışıyla teolojilerini uzlaştırmışlardı. Fakat geçen son iki yüzyılda ‘Din-Bilim çatışması’ hem bilim hem felsefe hem de teoloji alanlarında önemli izler bıraktı. Bu çatışma en çok Evrim Teorisi üzerine yapılan bilimsel, felsefî ve teolojik tartışmalarda gözlemlendi. Rahatlıkla denebilir ki; geri kalan tüm bilimsel konular üzerindeki felsefî ve teolojik tartışmaların toplamı bile Evrim Teorisi üzerine yapılanlar kadar yoğun olmamıştır. Gerçeği arayan yolcu olarak insan, hem bilimin hem felsefenin hem de dinin kapısını çalar. Tüm bu alanlardan gelen bilgilerin birbirleriyle nasıl uzlaştırılacağı, çatışmaların nasıl çözümleneceği entellektüel olduğu kadar geneli ilgilendirdiği için aynı zamanda tüm canlılar için de varoluşsal bir sorundur. Bu sorunun en iyi gözlenebileceği ve çatışmaların çözümü için en iyi örneğin sunulabileceği bir konu varsa o da Evrim Teorisi’dir. Fakat bu kadar önemli olmasına karşın bu konuda ortaya konulan eserlerin (özellikle Türkçe) oldukça yetersizdir. Özellikle Evrim Teorisi’ni ele alan birçok kitapta ya ‘karşı kamp’a bolca hakaret ediliyor; ya da bilimsel, felsefî veya teolojik açıdan ciddi ve tutarlı yaklaşımlar sergilenmiyor. Bu konuyu ele alan kitaplarda bu teorinin ‘bilimsel deliller’i, genelde çok yönlü irdelenmeden sergileniyor veya eleştiriliyor. Bu teorinin felsefî veya teolojik değerlendirmesinin derinlemesine yapıldığı ciddi ve tutarlı çalışmalara rastlamak ise neredeyse imkânsız. Bunun sebeplerinden birisi, doğa bilimleriyle uğraşanların çoğunun felsefe ve teoloji alanlarına çok yabancı olmalarıdır. Oysa bu teorinin ortaya konulmasında ve kabulünde Natüralist Felsefenin (Doğa Felsefesi) çok önemli bir rolü bulunmaktadır. Felsefî birikimi olmayan bir doğa bilimcinin, bu teorinin, felsefî yönünü değerlendirememek ve mantıksal kurgusunun felsefî irdelemesini yapamamak gibi önemli eksiklikleri olacaktır. Diğer yandan, günümüz felsefecilerinin ve dinbilimcilerinin çoğu, doğa bilimleriyle felsefe ve dinlerin arasına ‘kalın duvarlar’ ören yaklaşımları benimsemişler, bu yüzden doğa bilimlerine gerekli ilgiyi göstermemişlerdir. Günümüz felsefecilerinin çoğunu etkisi altına almış olan pozitivist dil felsefesi geleneği ve günümüz dinbilimcilerinin önemli bir kısmının paylaştığı ‘fideist’ (imancı) yaklaşım, içinde bulunulan durumun sebeplerindendir. Fakat biz bu çalışmada objektif olarak bu konuyu ele alıp, tüm bu sakıncalı durumlardan kaçınmaya çalışarak; Evrim Teorisi’ni hem bilimsel hem felsefî hem de teolojik açıdan ele alacağız. Bilimin farklı, felsefenin farklı, dinlerin farklı hakikatleri olamayacağını ve bu alanların arasına ‘kalın duvarlar’ örülemeyeceği bugün bilinen bir gerçektir. Bu çalışmada, bilimsel irdeleme kadar felsefî irdelemeye de önem verecek ve aynı konuda birbirinden farklı birçok teolojik yaklaşımın olabildiğini ve bunların da göz önünde bulundurulması gerektiğini göstermeye çalışacağız. İki ciltten oluşan bu kitap, Yaratılış ve Evrim Teorisi’ni bir bütün olarak ele almakta ve birbiriyle bağlantılı 11 farklı bölümden oluşmaktadır. Kitabımızın birinci cildinde, detaylı olarak ele aldığımız ‘Evrim Teorisi’ni YEDİ bölüm halinde inceleyeceğiz:


Birinci bölümde, Evrim Teorisi ortaya konulmadan önceki, konumuz açısından önemli bilimsel, felsefî ve teolojik gelişmelerle tartışmalar tanıtılmaya çalışıldı. Evrim Teorisi üzerine yapılan tartışmalar tarihsel arka plandan yalıtılarak anlaşılamaz. Özellikle felsefe tarihine meraklı olan kişilerin bu bölümü dikkatlice okumaları gerekir.

İkinci bölümde, Evrim Teorisi’nin ne olduğu ve ortaya konulma süreci tanıtılmaya, ayrıca bu teorinin ortaya konulmasına ve yaygınlaşmasına yol açan paradigmalar gösterilmeye çalışıldı. Evrim Teorisi hakkındaki tartışmaları ele almadan önce, bu teorinin ne dediğini iyice öğrenmek isteyenler, bu bölümü iyi okumalılar.

Üçüncü bölümde, Evrim Teorisi’nin delili olarak sunulan veriler ayrıntılı bir şekilde bilimsel ve felsefî irdelemeye tabi tutuldu. Gözlemlenebilme, öngörü gücü, yasalara sahip olma, matematiksel betimleme yeteneği, yanlışlanabilirlik, rakip teorilere üstünlük sağlanması gibi çeşitli kriterler açısından bu teori değerlendirildi. Bu bölüm, kitabın Birinci cildinin en önemli bölümlerinden birisidir; kitabın bu kısmından sadece tek bir bölüm okuyabildiğini söyleyen biri olsaydı, ona bu bölüm tavsiye edilebilirdi.

Dördüncü bölümde, varlıklardaki düzen ve amaçlılık gibi unsurlardan yola çıkılarak bunların ‘Tasarımcı’sının varlığına ve bu ‘Tasarımcı’nın kudreti, bilgisi, hâkimiyeti gibi sıfatlarına ulaşılabileceğini iddia eden ‘tasarım delili’ ele alındı. Evrim Teorisi’nin tasarım deliline tehdit olup olmadığı da yine bu bölümde incelendi. Ayrıca ‘teizm’ (inanç) ile ‘ateizm’ (inançsızlık) arasındaki asıl sorunun; ‘Evrim Teorisi-Türlerin bağımsız yaratılışı ikilemi’nde değil, ‘Tesadüf-Tasarım ikilemi’nde olduğu gösterilmeye çalışıldı.

Beşinci bölümde, Evrim Teorisi’nin başta ‘Yaratıcı inancı’ olmak üzere tektanrılı dinlerin inançları açısından ne ifade ettiği belirlenmeye çalışıldı. Bu bölümde, ‘Evrim Teorisi ve Yaratıcı inancının ilişkisi’ hakkındaki dokuz maddeli bir sınıflamanın ve bununla ilgili bazı konular için ‘teolojik agnostik’ tavrın önerilmesi inceleyeceğimiz bilimsel metod açısından oldukça önemlidir.

Altıncı bölümde, Evrim Teorisi’nin Bilim dünyası ve yaşantı üzerine getirmiş olduğu etkiler ve Batı dünyasındaki meydana getirmiş olduğu uzun vadeli değişim detaylı bir şekilde ele alınmaktadır. Özellikle Evrim Teorisi’nin, Bilimin Biyoloji sahasının dışındaki alanlarına da (Ekonomi, Tarih, Felsefe, Matematik, Tıp, Fizik ve Kimya gibi) etki etmesi sonucu genel geçerli bir dünya görüşü olma niteliğini kazanmasının, dünya üzerindeki etkileri ve sonuçlarını inceleyen okuyucu için bu bölüm önemli ipuçları ortaya koymaktadır.
 

Yedinci bölümde, Evrim Teorisi’nin tüm canlıların yapısını açıklayabilecek kadar geçerli bir teori olup olmadığı tartışılıyor. Özellikle Evrim Teoorisi’nin ortaya atılmasında temel etkiye sahip olan kanıtlar üzerinde durularak tüm bunların canlıların kompleks yapısının tümünü birden açıklayıp açıklayamayacağı sorusunun yanıtı aranmaktadır…


İşte, İki ciltlik bu dev eser, Evrim teorisini bilinçsizce ve detaylarını araştırmadan inanan genç araştırmacılar ve tüm genel okuyucu kitleleri için hazırlanmış, Yaratılış ve Allah'ın varlığını Kimya ve Biyoloji lisanıyla açık olarak ilan eden detaylı ve gerçekçi ilmi bir eserdir. Günümüzün kimya ve biyoloji bilgisinin geldiği son noktaya kadar konuyu derinliğine inceleyen ve basit bir anlatımla okuyucuna sunan faydalı bir eserdir. Bu eser, aynı zamanda genç kitleleri hızla etkileyen ve batı kaynaklı olan ve ayrıca evrim teorisine dayalı öne sürdüğü fikirlerle yaratılışı ve Allah'ın varlığını inkar etmeye çalışan yeni bir akım olan Richard Dawkins ve şahsında yazılmış (Tanrı Yanılgısı gibi v.b.) benzeri eserlere pozitif bilimlerden ve organik kimya biliminden yararlanarak tam bir cevap niteliği tarzındadır...

 

KIYÂMET GERÇEKLİĞİ

KÜLLİYÂTI NEDİR?

Kıyâmet Gerçekliği Külliyâtı, âhir zaman yakın gelişecek önemli Kıyamet Alametlerini ve KUR’ÂN, HADİS, İNCİL ve KUTSAL KİTAP gibi dini kaynaklardaki bu konu ile ilgili yorumları ve te’villeri sırr-ı vahyin ve Kur’ân’ın feyziyle açıklamaya ve aydınlatmaya yönelik pozitif bilim dallarına (MATEMATİK, FİZİK, KİMYA, BİYOLOJİ, ASTRONOMİ, EDEBİYAT, TARİH, COĞRAFYA, ARKEOLOJİ, FELSEFE, EKONOMİ, SOSYOLOJİ GİBİ V.B.) yönelik oluşturulan bir eserler bütünüdür. Kıyamet Gerçekliği’nin asıl fonksiyonu ise, İMÂN-I TAHKİKÎ’yi elde etmek ve İLMELYAKÎN’den HAKKALYAKÎN’e çevirmektir. Kıyâmet Gerçekliği Külliyâtı, aynı zamanda geçmiş zamanda meydana gelmiş ve gelecekte gelişecek olan önemli dinî olayların ve pozitif bilim dallarının bu yöndeki önemli ve özet bilgisini içeren sonuçlarını, kullandığı üç aşamalı İSBAT, DELİL ve BÜRHAN Metodolojisiyle şimdiki zamanda ve elimizde hazır bir bilgi birikimi gibi gösteren, MANEVÎ BİR ZAMAN MAKİNASI’dır.

Kıyamet sürecindeki, Bilim ve İnsanlık tarihindeki önemli ve kritik olayları ve teorileri detaylarına ve derinliğine inerek, gerçekliğini ispat ve ilân eden, aynı zamanda o konuyu destekleyen grafiklerle görsel olarak ortaya koyan MANEVÎ BİR TEFSİR’dir. 1186 sayfadan oluşan Eski Antlaşma (TEVRAT) ve 436 sayfadan oluşan Yeni Antlaşma (İNCİL)’den oluşan KUTSAL KİTAP ile 600 Sayfadan oluşan KUR’ÂN’ın toplam sayfa sayısı 2222’dir ve bu özellikleriyle ÜÇ SEMAVÎ KİTAP, KIYAMET’e işaret eder ve İCMÂLLİ (ÖZET OLARAK) bir şekilde açıklar. Ayrıca Kur’ân’ın yaklaşık ÜÇ’te birlik bir bölümünü oluşturan 2222 âyeti de yine benzer şekilde KIYAMET ve HAŞİR meselesinden detaylı bir şekilde bahseder. Benzer şekilde, KIYAMET GERÇEKLİĞİ KÜLLİYÂTI da 2222 sayfadan oluşan toplam ÜÇ eserden meydana gelmiş olup, bu özelliğiyle KIYAMET’i yani DÜNYA’nın SONU’nu TAFSİLLİ (AYRINTILI OLARAK) bir şekilde ilân ve isbât eder. Dolayısıyla Kıyamet Gerçekliği Külliyatı, Kur’ân’ın âyet sayısı olan 6666’nın ALTI mertebesinden birisini içeren ve KIYAMET’i ilân ve isbât eden 1111 âyetini; yine Kur’ân’ın ÜÇ mertebesinden birisine işaret eden 2222 sayfadan MÜTEKAMİL (OLUŞAN) ilmî bir eserle tefsir ederek, aşağıda değineceğimiz ÜÇ önemli meseleye ilmî ve gerçekçi bir çözüm getirmeye çalışır. Kur’ân’daki ve diğer İslâmî kaynaklardaki âhir zamana yönelik konuları, bu ÜÇ önemli mesele ekseninde, her bir konuyu ait olduğu pozitif bilim dalına göre ispat ve izah eden, açıklayan ilmî bir eserdir.

Kıyamet Gerçekliği Külliyatı’nın asıl hedefi ise, tarihte ortaya atılmış olan en büyük inkarcı fikir sistemlerinin ortaya attığı fikirlerin geçersizliğini kendine özgü bu ilmî metodlarla izah ve isbât etmektir. Bu sebeple, insanlık tarihinde karşılaşılmış olan en temel dini problemlerin ortaya koyduğu önemli meselelere aklî ve ilmî delillerle çözüm getirmeye çalışır. Buna göre, Kıyamet Gerçekliği Külliyatı tüm tarih boyunca insanlığın kafasını meşgul etmiş olan ve aynı zamanda birçok insanın Şeytan’ın da vesvesesiyle CEHENNEM’e gitmesine sebep olan ve insanların büyük bir kısmını tereddüde düşüren FELSEFÎ meseleleri şu ÜÇ önemli mesele üzerinde ODAKLAR ve bunlara çözüm getirmeye çalışır:

BİRİNCİSİ; EVREN EZELDEN (SONSUZ ÖNCESİNDEN) beri mi vardır yoksa sonradan bir BAŞLANGIÇ noktasından mı yaratılmıştır? Eğer tüm Kainat bilinçli bir yaratıcı tarafından yaratılmışsa bunları meydana getiren KEVNÎ (ASTRONOMİK ve KOZMOLOJİK) KANUNLAR nelerdir ve maddeyi ve onu oluşturan yapıtaşlarını nasıl meydana getirmişlerdir?

İKİNCİSİ; EVREN bu şekilde EBEDİYETE (SONSUZ SONRASINA) kadar devam edecek midir yoksa bir SONU var mıdır? Eğer tüm Kainatın bir sonu varsa bu son demek olan KIYAMET ne zaman ve nasıl gelecektir?

ÜÇÜNCÜSÜ; HZ. İSA, HRİSTİYAN DÜNYASI’nın iddia ettiği gibi ALLAH’ın Oğlu mudur değil midir? Allah tüm Kainatın idare edicisi, kanun koyucusu ve yaratıcısı olduğu halde nasıl bir ÇOCUK edinebilir? Bu konuya ilişkin İNCİL’de sunulan iddialar tarihsel gerçekliklere ne kadar uygundur ve tüm insanlık tarihi içerisinde Allah’ın isterse bir insanı babasız da yaratabileceğini gösteren HZ. ÂDEM’in yaratılışıyla çelişmekte olan bir durum var mıdır? Tüm bu soruların detaylı cevaplarına ilişkin gerçekçi yorumlar getirilemeyişi ve özellikle yaşadığımız bu asırda, tasavvufdaki dört büyük makamdan oluşan ŞeriatTarikatHakikat ve Ma’rifet’ten ikincisi olan Tarikat’ın, bu soruların cevaplarını bulmakta yetersiz kalması, zamanımızda pek çok kez suistimal edilen Tarikat devrinin bittiğini ve İmanı Kurtarmak davasının her zamankinden daha çok gerekli olduğu bir döneme doğru girdiğimizi göstermektedir. Dolayısıyla “Ya davayı kazanmak veya kaybetmek!” meselesi çağımızda yaşayan her insanın başına açılmış olan en dehşetli imtihan meselesi olup, insanlığın en önemli davasıdır. İşte bu noktada insanlara o müthiş davayı kaybettiren mesele, ibadetleri dört dörtlük yapıp yapmamak veya fıkıh kurallarını en ince detaylarına kadar uygulamak meselesi değildir.

 

KIYAMET GERÇEKLİĞİ KÜLLİYATI NASIL BİR TEFSİRDİR?

Kıyamet Gerçekliği Külliyatı, 2006 yılından beri yazılmaya başlanan ve yaklaşık 10 yıldır şimdilik 11 ciltten ve yaklaşık 130 (129) parçadan oluşan Tahkiki imana yönelik yazılan bir eserler bütünüdür. Bu yönüyle, Risale-i Nur ile bazı benzerlikleri bulunur. Örneğin, Risale-i nurun ilk eserleri olan İşaratu’l İ’caz ile Mesnevi-i Nuriye eserleri, İşaratu’l İseviyye ve Mesneviye-i Uhreviyye ile içerik ve isim bakımından bazı benzerlikler taşır. Fakat bu benzerlik mülellifin kendi tercihi ilen belirlenmemiş olup, eserin yazılması sırasında sonradan fark edilmiş 100 sene farkla gerçekleşen bir tevafuk ve benzerliktir. Buna bir diğer örnek de Tabiat risalesi ve Yaratılış gerçekliği arasındaki büyük benzerliklerdir. Bununla birlikte, tüm bu eserler bütünü, Felsefe ve Fen bilimleri kaynaklı inkarcı fikirlerin gerçek temeline inerek, İman-ı tahkiki ile Haşir, Kıyametin gelmesi ve Cennet ve Cehennem’in varlığının isbatı gibi gaybi konulara yönelik hazırlanmıştır. Oysa bu yönüyle de, Risale-i Nur'dan felsefi çizgide ayrılarak Kıyamet meselesinin isbatına yönelir. Böyleyken, risale-i nur bir önceki asırda yalnız Haşir, yani yeniden diriliş konusunun isbatına daha çok odaklanmaktadır ki, üstadın pek çok risalesi, felsefeden kaynaklanan inkarcı akımların çoğu biyoloji kökenli bazı inkarcı bu çeşit teorilerden kaynaklandığı için daha çok bu mesele üzerinde odaklanmaktadır.

İşte, Kıyamet Gerçekliği Külliyatı ise, benzer akımların içinde bulunduğumuz asırda yön değiştirdiğini ve esas isbat edilmesi gereken öncelikli iman meselesinin Kıyametin gelmesi, yani dünyanın ve kainatın mutlak bir sonu olması gerektiğinin kur'an'a dayalı felsefi ve pozitif bilimler kaynaklı isbatına yönelik olduğunu ortaya koyar. Dolayısıyla, asrımızdaki pozitif bilimlerin incelmiş noktaları şu meselenin isbatına yöneldiği ehl-i tahkik tarafından ve tüm üviversitelerin akademik branşları tarafından da tasdik edilmiştir ki, çağımızdaki en önemli kuran işaretleri ve delilleri pozitif bilimlerin bu meseleye yönelik isbatlarına bakmaktadır.

 

KİTABIMIZIN ALTERNATİF SATIN ALMA SEÇENEKLERİ: 

Online-Özeti-Oku

Basılı-olarak-satın-al

D-&-R-Logo İdefix-Logo

Buy from Amazon

Buy from Apple Books

Buy from Barnes and Noble

Buy from Barnes and Noble Nook

Buy from Google Play

Buy from Kobo

Buy from Scribd

 
 
Eserle İlgili Anahtar Kelimeler (Tags - Keywords):
Yaratılış Gerçekliği, Evrim Teorisi, Evrim, Evolution Theory, Darwin's Evolution Theory, Creation, Creation of World, Creation of Universe, Anthropic Principle, Lamarc's Evolution Theory, Origin of Species, Biochemical Sciences, Astrophysics, Richard Dawkin's Theories, Creationist Evolution, Kıyamet Gerçekliği Külliyatı, Kıyamet Gerçekliği, Kıyamet, Ahir Zaman, Doomsday, Zamanın Sonu, End of Time. 

 

NASIL SATIN ALACAĞIM?

NASIL İNDİRECEĞİM & OKUYACAĞIM?

Kitaplarımızı, Amazon.com üzerinden basılı veya ekitap olarak satın almak için, sitede uygulanan üyelik işlemini tamamladıktan sonra, kitabınızın satın alma seçeneğini izleyin. Direkt satın alma seçeneği olan kitaplarımızı ise (ePUB veya PDF sembolü bulunan) "Sepete ekle" veya "Add to Cart" butonuna tıklayın ve işlemi devem ettirin. e-Kitaplarımızı satın alma ve indirme noktasında, problem yaşarsanız, "e-KİTAP SATIN ALMA KILAVUZU"muzdan resimli olarak satın alma işlemini kolayca öğrenebilirsiniz..

e-KİTAP SATIN ALMA KILAVUZU-1

e-KİTAP SATIN ALMA KILAVUZU-2

E-Kitabımı Nasıl Okuyacağım?

E-Kitabımı Nasıl Satın Alacağım?

Kitabınızın satın alma işlemi bittikten sonra, bir link belirecektir. Bu linke tıkladığınızda, 10 saniye içerisinde e-PUB veya satın almış olduğunuz diğer formatlardaki istediğiniz formatındaki kitabınızın indirme sayfası önünüze gelecektir. Kitabı, bilgisayarınıza veya tablet cihazınıza indirdikten sonra, açmak ve okumak için İKİ seçeneğimiz vardır:

e-Kitaplarımızı PC veya Tablet & Telefonunuza indirdikten sonra, "Adobe Digital Editions" veya "Calibre" programıyla nasıl okuyabileceğiniz, aşağıdaki resimli olarak "e-KİTAP OKUMA KILAVUZU"muzda detaylarıyla verilmektedir:

e-KİTAP OKUMA KILAVUZU {ADOBE DİGİTAL EDİTİONS & CALİBRE için}

1Calibre programını indirip cihazınıza kurduktan sonra kitabınızı programa kolaylıkla "Kütüphaneye ekle- Add to Library" menüsünden ekleyerek okumaya başlayabilirsiniz. Calibre programını buradan ücretsiz olarak indirebilirsiniz:  Calibre

* Sitemizde linkleri yayınlanan kitaplar epub formatında olduğundan ne yazık ki .mobiformatını destekleyen Kindle cihazlarda hemen okunamamakta. Ancak Calibre isimli programı kullanarak kitapları mobi formatına çevirebilir ve Kindle cihazınızda da okuyabilirsiniz..

** Yayınlanan kitaplarımızı ayrıca piyasada bulunan diğer ekitap okuyucu cihazlarda da (reeder, Sony Reader, Nook v.s.) okumanız mümkün.

*** Şimdi sitemizde yayınlanan kitapları PC’de okumak için gerek duyulan yazılımlardan da bahsedelim. Aşağıda linklerini verdiğim programları bilgisayarınıza yükledikten sonra kitapları bilgisayarınızdan da zahmetsizce okuyabileceksiniz.

2Adobe tarafından geleştirilen epub, pdf, ve diğer pek çok biçimde hazırlanmış kitapları okumak için Adobe eBook Reader'ı Adobe sitesinden ücretsiz olarak indirebilir ve kitaplarınızı "Adobe ID numarası alarak kayıt yaptırdıktan sonra dilediğiniz kadar satın aldığınız kitabı "Add to Library" "Kütüphaneme ekle" menüsünden ekledikten sonra anında okumaya başlayabilirsiniz..

Her iki şekilde de kitaplarınızın indirilmesi ve okunabilir hale gelmesi yaklaşık 1-2 dakikalık bir işlem alacaktır.

Bu programların bilgisayarınıza yüklenmesiyle ilgili karşılaştığınız her türlü sorunu iletişim formundan bizlere ulaştırırmanız durumunda, sorunların çözümünde site olarak yardımcı olmaya hazırız.

ÖNEMLİ NOT:Bu sitede yayınlanan tüm basılı & e-kitapların telif hakları Kıyamet Gerçekliği Külliyatı'na aittir. İzinsiz kısmen veya tamamen kopyalanması yasaktır..

Son Güncelleme (Çarşamba, 06 Mayıs 2020 19:33)

 
Translator (Siteyi Çevir)

EnglishFrenchGermanItalianPortugueseRussianSpanish

 
YENİ KİTAPLAR

KABUSTAN

GELEN

(2022)

Düşlerimiz gerçek olsaydı ne olurdu?

Peki, ya Kabuslarımız?

Kabustan Gelen Kapak

Kabustan Gelen, aslında Şeytan ve onun kötü şöhretli bir sembolü ve heykeli olan Baphomet’le İnsanlığın yokoluş/varoluş mücadelesini sembolik olarak kabuslar yoluyla anlatan ve tamamı günümüzde yaşanan ve geçen bir Kıyamet savaşının öyküsüdür.

 ♦ ♦  

ÇÖL

GEZEGEN

(2021)

Gözlerimi açtığımda içinde sadece kum taneleri olduğunu fark ettim!

 Çöl Gezegen Logo

Çöl Gezegen, Dünya’daki İklim ve Su Krizi üzerine yazılmış bir Bilimkurgu Romandır. Çöl Gezegen, aynı zamanda İnsanlığın yokoluş-varoluş mücadelesini anlatan ve tamamı gelecekte geçen ve su yüzünden başlayan bir Kıyamet savaşının öyküsüdür.

 ♦ ♦  

MEDUSA'NIN

SIRRI

(2020)

Cehennem'e Açılan Kapıya Hazır mısınız?

Medusanın Sırrı2

Dünyanın en iyi Pandemi kitabını okumaya hazır mısınız? Medusa'nın Sırrı, Sizi yeraltındaki Cehennem'in 7 kapısından birine sürükleyecek.

 ♦ ♦  

SON

KEHANET

(2019)

Cennet'e Geri Dönüş!

Son Kehanet Tablet Telefon

İnsanlık nereden geldi, Nereye gidiyoruz?

Bu sorunun cevabını Son Kehanet'te bulacaksınız.

 ♦ ♦  

TANRI'NIN

IŞIKLARI

(2018)

Çöl'de Başlayan Hikaye

Tanrının Işıkları Reklam

Dünya'nın en iyi Bilim-Kurgu Romanı yayınlandı.

Dünya'nın en büyük sırrını öğrenmeye hazır mısınız?

♦ ♦  

KÜÇÜK

ELİSA

(2017)

Zaman Yolcusu

Küçük Elisa Small Kapak

"Dünya yaşamı, bir nevi bir eğlence ve bir oyundan ibarettir."

(Kuran, İslam'ın Temel kitabı)

Unutmayın! Bu evrendeki her şeyin bir hayali ve bir de gerçek görüntüsü vardır...

♦ ♦  

KANON

(2016)

Kutsal Kitapların Yeni Bir Yorumu

KANON

KANON, ÜÇ ANA BÖLÜMDEN OLUŞUR:

1- KUR'AN, İNCİL VE TEVRAT (Genel Bir Değerlendirme)

2- KUR'AN'IN KANONİK YURUMU (99 Kanon)

3- İNCİL'İN KANONİK YORUMU (303 Kanon)

 ♦ ♦  

SONSUZLUĞUN

SONSUZLUĞU

(2015)

[114 Kod]

Sonsuzluğun Sonsuzluğu

"SONSUZLUĞUN SONSUZLUĞU", aradığın islam felsefesidir, yeni bir düşünce stilidir ki, aynı zamanda sana kainattaki nesnelerin ne kadar drift ve incelikti bir kumaşlar bütünü gibi nazenin bir şekilde sonsuzluğa kapı açacak şekilde tasarlandığını ve mükemmel bir şekilde ilm-i ebedi ve ezeli’de yaratıldığını, susamış gönüllere denizdeki okyanusa dönüşen marifet damlasıdır, hakikati arayan ariflere hikmettir, vesselam..

 ♦ ♦ 

RUYET-UL

GAYB

(2014)

Haberci Rüyalar

Ruyet ul Gayb Kapak

EY ARKADAŞ! Kur’an-ı Hakim’in rüyalara ve hakikat Alimine kapı açan 14 ayetinden istifade ettiğim, 14 adet rüyayı; Hakikat ve Rüya alemi & Gayb Lisanıyla, hakikate açılan 14 pencere halinde ifade edeceğim.

  Kim isterse istifade edebilir.

 ♦ ♦ 

ESKİLERİN

MASALLARI

(2013)

Esatir-ul Evvelin

ESKİLERİN MASALLARI

EY ARKADAŞ! “KUR’AN-I HAKİM’in, Tarih-i Kadim’in derinliklerine bakan ve Eskilerin Hikayeleri şeklinde anlatılagelen mühim bir sırrına bakan, ONÜÇ TARİHİ MÜTEŞABİH AYETİNDEN istifade ettiğim, ON KISA PARLAK KISSA’dan ibarettir. Tamamı, BİR MUKADDİME ile tarihin derinliklerine uzanan ON KISSA’dan oluşan ON EFSANE ile sonuç niteliğindeki BİR HATİME’den oluşan 22 DERS’ten ibarettir..

 ♦ ♦ 

HANIMLAR İÇİN

DİN REHBERİ

(2012)

El-Murşid-ul Nisa

HANIMLAR İÇİN DİN REHBERİ KAPAK

Ey Hanım Kardeş! Benden birkaç nasihat istedin. Şimdi, gelecek olan kısımlarda KUR’ÂN-I HAKÎM’in 19 âyetinden istifade ettiğim İSLÂMIN TEMEL DİNÎ bilgileri (NAMAZ, ORUÇ, İMAN ESASLARI, ZEKAT ve kısaca İSLÂM TARİHİ) ile ilgili merak ettiğin meselelerini AVÂM (HALK) lisanıyla HULASÂ (ÖZET) bilgiler halinde İKİ BÖLÜM halinde ifade edeceğim.

Kim isterse istifade edebilir..

 ♦ ♦ 

ZAMANIN

SAHİPLERİ

(2011)

Sahib-üz Zaman

ZAMANIN SAHİPLERİ KAPAK

Zamanın Sahibi, seslendi:

"Daha yolumuz var mı Üstad?"

Üstad: "Bu yol uzun ve zahmetlidir, lakin sonuna varmak yol harcı değil.."

Yolcu: "İşte bu yol, 1400 sene sonra gelecek olan bir Hakikatin 66 madde ile isbatıdır, lakin herkesin her meselesini anlayabilmesi yol harcı değildir.."

 ♦ ♦ 

AŞK-I

MESNEVİ

(2010)

Sonsuz Aşk

AŞK I MESNEVİ KAPAK

Sufi: "Haktan alırız, Halka veririz.."

Ney: "Herkes kendi anlayışına göre bana yol arkadaşı oldu, lakin kimse içimdeki sırları araştırmadı.."

Vesselam..

♦ ♦ 

YARATILIŞ

GERÇEKLİĞİ

(CİLT 2)

(2009)

Kevn-üt Tekamul-II

Yaratılış Gerçekliği II İkinci Kapak

İKİNCİ CİLT:

EVREN & CANLILARIN YARATILIŞI

[Yaratılışı isbat eden en büyük biyokimya atlası!]

 ♦ ♦ 

YARATILIŞ

GERÇEKLİĞİ

(CİLT 1)

(2009)

Kevn-üt Tekamul-I

Yaratılış Gerçekliği I Kapak

BİRİNCİ CİLT:

  EVRİM TEORİSİ

Evrim Teorisi ve Yaratılış iki zıt görüş olarak tarih içerisinde hep sürdürülegelmiştir. Fakat aslında, bu iki kavram TEKAMÜL (değişerek yaratma) noktasında kesişmekte ve yaratıcının varlığını daha iyi ispatlayan birer teoriye dönüşmektedir.

 ♦ ♦  

İSEVİLİK

İŞARETLERİ

(2008)

İşarat-ul İseviyye

İSEVİLİK İŞARETLERİ

Tarih boyunca, neredeyse İKİ BİN senedir bu sapkın ve yanlış İNANÇ, milyonlarca Hristiyanın inkâra sapmasına ve CEHENNEM’e gitmesine neden olmaktadır. Bu KİTAB’ın amacı; KUTSAL KİTAP ve İNCİL’lerdeki bu, TEMSİLÎ GERÇEK ve HAKİKAT PARÇALARINI, HZ. İSA ile İLGİLİ GERÇEKLİKLERİ, İNCİLDEKİ KIYAMET SÜRECİ ile İLGİLİ BÖLÜMLERİ İlmî bir çerçevede ele alarak (Tarih, Coğrafya, Sosyoloji ve Arkeoloji gibi pozitif bilimlerin de yardımıyla) sırr-ı vahyin feyzi ve KUR’ÂN’ın ışığıyla aydınlatmaktır.

 ♦ ♦ ♦ 

5-BOYUTLU RELATİVİTE

&

BİRLEŞİK ALAN TEORİSİ

(2007)

Cem-ul İzafiyye

Birleşik Alan Teorisi

EVRENİN YARATILIŞINI, HER ŞEYİN TEK BİR KUVVETTEN GELDİĞİNİ VE VAHDANİYYETİ İSBATLAYAN:

EN BÜYÜK FİZİK KURAMI

Bugün fizikte bilinen dört temel kuvvet vardır: 1. Güçlü Çekirdek Kuvveti, 2. Elektromanyetik Kuvvet, 3. Zayıf Nükleer Kuvvet, 4. Gravitasyon (Yerçekimi) Kuvveti.

Başlangıçta (yani evrenin ilk yaratılış anında) tüm bu kuvvetler (ilmî tabirle hepsine birden “câzibe” kuvvetleri de denir) bir tek ana kudretin içindeydi. Literatürde buna “Birleşik Alanlar Kuvveti” veya teoremi de deniyor. Bu tek kudret, ALLAH Vahdâniyyeti ve Ehâdiyyeti ilkeleri uyarınca bitişikken, evrenin genişlemesi ile birlikte bir hikmete binâen fazlara ayrıldı.

♦ ♦ ♦ 

KIYAMET

GERÇEKLİĞİ

(2006)

Hakikat-ul Uhreviyye

Kıyamet Gerçekliği kapak

KIYAMET GERÇEKLİĞİ KÜLLİYATI'NIN FATİHA'SI VE AYNI ZAMANDA KIYAMET'İ İLAN VE İSBAT EDEN EN BÜYÜK ESER.

Yaklaşan Kıyamet

sürecine hazır mısınız?

- 2006 Hz. Mehdi’ nin Zuhuru,

 - 2036 Hz. İsa (A.S.)’ ın Nuzulü,

- 2037 Deccal’in Ortaya Çıkışı,

- 2052 Ye’cüc ve Me’cüc’ün Ortaya Çıkışı,

- 2064 Dabbet-ül Arz’ın Ortaya Çıkışı,

- 2065 Güneşin Batıdan Doğması.

Gerçekleri bilmek herkesin hakkıdır...

FACEBOOK SAYFALARIMIZ