Zil-Zal-7,8 Ayetinin Bir Sırrı

ANEKDOTLAR

I

KAİNAT SARAYI 

Beni yetiştiren ve 2006 yılında, Doğum günümde kaybettiğim Kıymetli Babaannemin anısına, Mekanın Me’va Cenneti olsun, İnşallah, Amin…

 

Dünya Hayatında yapılan her Amelin Ahirette mutlaka karşılığını bulacağını, Haşir ve Ahiret hayatının mutlaka geleceğini ve en ufak bir İyilik veya Kötülüğün dahi karşılıksız kalmayacağını bildiren küçük bir hikayeden oluşan sahih bir rüyanın küçük bir parçasıdır..

 

Yapılan en küçük bir İyİlİğİn veya EN KÜÇÜK bir kötülüğün dahi karşılığını bulacağını ve;

 

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ 

وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ 

“Kim, zerre ağırlığınca bir iyilik yaparsa, onu görecek; ve kim, zerre ağırlığınca bir kötülük yaparsa o da onu  görecek.“

                                                                                {Zilzal, 7-8}

Âyetinin bir sırrını fehmetmek istersen şu temsilî Anekdotu dinle:

Bir zaman genç bir adam babaannesi ile birlikte bir virane, duvarları dökülmüş tek gözlü bir odada kalıyordu. Bu arada hem okula gidip hem de evdeki işleri yaparak hayatını sürdürürken babaannesinin bakımını yapıp, hizmetinde de bulunuyordu. Bu böyle yıllarca devam etti.

Felçli olduğu için yerinden yardımı olmadan kalkamaz ve hep yardımına gereksinim duyardı. Bu yüzden mecbur olmadıkça evin etrafından fazla uzaklaşamazdı. Olur ki bir ihtiyacı olur diye giderken anahtarı komşulardan birine verip öyle giderdi. Ona felç hastalığı geleli yirmi seneyi geçmişti ve çocukluğundan beri onun yanındaydı. Yani kendini bildi bileli kadın felçliydi. En ufak bir ihtiyacı olduğunda o getirir, abdest almak istediğinde lazımlığını getirirdi. Fazla hareket edemediği için sürekli oturur ya da yatardı. İşi olmadığı zamanlarda yandaki kanepeye uzanır biraz dinlenirdi. Hayat günlük olağan akışıyla devam eder ve zaman çabucak geçerdi. Oturdukları bu virane oda ise yıllardır tamirat görmemiş ve her tarafı dökülmeye başlamış, rutubet kaplamaya başlamıştı. Kanepeye uzandığı zamanlarda duvarları seyreder, bahçedeki ağaçların arasından gelen ılık rüzgarın evin köşesindeki örümcek ağını dalgalandırmasını ve ağa yakalanan sineklerin vızıldayarak oradan oraya uçuşunu ve örümceklere yem oluşlarını hayretle gözetlerdi. Saat geç olmuştu ve akşam olmak üzereydi. Her zamanki gibi sofraya oturmuş akşam yemeğini yerken bir yandan da akşam haberlerini dinliyordu.

Bu arada da, babaannesiyle o virane odada oturmuş sohbet ediyorlardı. Akşam yemeğini yemiş ve bir süre sohbet ettikten sonra, babaannesinin abdest alması için içine su doldurduğu lazımlığını getirmeye gitmişti. Abdestini aldıktan sonra ona dua etmeye başlamıştı: “Allah razı olsun oğlum.” diye mırıldanıyordu. “Mekânın cennet olsun inşâallah.” dedikten sonra genç adam da içinden: “Yahu bu ufacık hizmetimin ne önemi olabilir ki, yaşlılık işte ne dediğini bilmiyor herhalde.” deyip suyu lavaboya götürüp boşalttı. Hava henüz kararmaya başlamıştı ve biraz hava almak için bahçeye yönelmişti ve biraz dolaşıp tekrar döndü. Babaanne ise, tekerlekli sandalyesinin üzerinde uyuyakalmıştı. Bu arada adam odanın dökülmekte olan duvarlarına ve tavanına bakarken biraz uykusu geliverdi. Biraz uyumak için kanepenin üzerine uzanmıştı ki bir rüya görmeye başladı:

            

- Babaannesini evde yalnız bırakıp dışarıya bahçeye çıkmıştı, etrafı dolaşıyordu ve birden “oğul .. oğul ..” diye bir ses duymaya başladı. Bu, babaannesinin sesiydi. Abdest almak istemiş, lazımlığı getirmesi için onu çağırıyordu. Fakat ev biraz uzakta olduğu için koşarak gideyim derken ayağı takılıp düştü. Lazımlıktaki su yere dökülüyordu. Bu arada gözünün önüne bir hayal perdesi açıldı -  Şöyle ki:

        

Babaannesinin abdest almak için kullandığı lazımlıktaki su öyle bir taşmıştı ki her tarafı sel götürüyordu. Bu sel  evin dışına taşmış, ta yamaçtan aşağı  akıyordu.  Bu  arada  tam yamaca gelen sel akıntısı birden soğuyarak kar ve daha sonra da buza dönüşüyordu. Ve acayip bir şekilde bu buz tabakaları dev dikdörtgen kalıplar halini alıp yamacın eteğinde toplanmaya başladı. Buz kalıpları o kadar parlak ve düzgün kesilmişti ki gözleri kamaştırıyordu. Bu arada bu olayı evin dışından gören bir komşu bağırmaya başladı: “Hey! Hey! Dikkat edin, yukarıdan buz kütleleri düşüyor.” diyen adam bu durumu görünce korkup oradan hızla kaçmaya başladı. Bu arada bu kristal buz kalıpları yamaçtan alınıp evin yanında dev bir saray inşa edilmeye başlanmıştı. Bunu görünce adam gözlerine inanamadı. O kadar muazzam ve aydınlıktı ki  görenlerin aklını başından alıyordu.  Yamaçta  oluşan  her  bir  kristal  taş işlenmek  ve inşaata konulmak için buraya getiriliyordu. Bu acaib inşaat böylece yıllarca devam etti ve sonunda kıyamet saati, yani dünyanın sonu geldiğinde yeryüre birden büyük bir gürültüyle infilak ederek darmadağın oldu. Genç adam yanındaki babaannesine, "Ana korkma' Cenab-ı hakkın emridir, hastalığın iyileşecek, tekrar sapasağlam olup ayağa kalkacaksın, evet ve o gün tüm insanlar da senin gibi ayağa kalkacaklar, diriltilecekler..!" dedi ve ardından bu işin hakikatini ancak Rasulallah (SAV) bilir diyerek O'ndan Kıyamet İlmi'nin hakikatini taleb etmek için beklemeye başladı. Bir süre sonra deve tüyünden yapılmış kahverengi renkli çok kıymetli bir elbise ile Rasulallah yanına geldi ve bu inşatta ücret taleb etmeden çalışmak şartıyla kendisine kıyametin ilm-i hakikatinin verileceğini beyan ederek uzaklaştı. Bu arada haşir meydanı düzenlenmeye başladı ve sırat köprüsü kuruldu. Ayrıca iki adet saray benzeri büyük bina daha inşa edildi. Devasa büyüklüğe ulaşan saray benzeri ve bir eşdeğeri bulunmayan bu binalardan iki tane inşa edildi. Fakat birisi bir saray diğeri ise bir hapishane şekline dönüştürüldü.

              

Bu arada dışarıdaki dağlık arazide dolaşıp ağaçların arasından etrafı seyreden adam bütün bu olup bitenleri hayalen  seyrediyordu. Daha sonra gidip bir bakayım neler oluyor diye virane odaya doğru yöneldi ki bir ses daha duydu. ”Oğul .. oğul ..” diye babaannesi onu çağırıyordu. Odanın kapısını açtığında bir de ne görsün. Her taraf elmas, pırlanta, yakut ve değerli taşlardan yapılma bir saraya inkılâb etmiş. Küçük virane oda ise ortada yoktu. Oysa yarım saat önce buradan çıkıp bahçeye gelmişti. Şimdi ne olmuştu böyle, bütün bunlara bir anlam veremiyordu. Babaannesi tekerlekli sandalyesinde oturmuş ona belli bir   açı yapacak şekilde yan vaziyette  duruyordu.  Fakat  bir  de  ne görsün. O da sandalyesiyle beraber kristalleşmiş ve ona manasız gözlerle bakıyordu. Fakat hiç konuşmuyor, eliyle yerdeki lazımlığa işaret ediyordu. Arkasını dönüp lazımlığı ona vermek istediği bir hengamda bir de ne görsün:

Aman Allahım!  Babaannesi yok olmuştu. Nereye gidebilirdi, arkasını döner dönmez ortadan kaybolmuştu. Sanki garip bir biçimde ışınlanıp gitmişti. Seslendi ama hiç cevap veren olmadı. Bir süre lazımlık elinde bekledikten sonra sarayın duvarlarını ve getirilen kristal külçeleri inceliyordu. Sonra kapının yanındaki duvara son bir taş daha eklendi ve inşaat bitti.

            

Daha sonra “Hey! Hey!  Haydi kalk” diye bir ses geldi kulağına. Birisi kolunu çekiyordu.  Birden karşısında heybetli bir adam göründü. Korkudan kan ter içinde kaldığında ne olduğunu sordu. Burada neler oluyordu böyle. Yapılan bu acaib işler de neyin nesiydi. Derken heybetli adam ona hesap gününün geldiğini ve sorguya çekileceğini söyledi. Daha sonra uyandı. Evet gördüğü şeylerin hepsi bir rüyaymış. Uyandığında hala şoktaydı ve rüyanın etkisini bir süre daha atamadı üzerinden. Sonra eve doğru yöneldi.

Kırık, mavi boyalı bahçe kapısına doğru…

İşte benimle beraber bu anekdotu dinleyen Ey Arkadaş!

-      Şu virane ev ve yıkık duvarlı oda ve lazImlIk; bu DÜNYA meydanıdır ve şu geçici hayatın meşgalelerİ, aletlerİ ve kazançlarI’dır. Şu hafrİyatInI, bütün enkazInI ileride ÂHİRET menzillerine boşaltacak ve harab edilecektir.

-     Şu görülen İşler ve acaib faalİyetler ise; dünya hayatının üzerimize takıp yüklettiği SORUMLULUKLAR ve VAZİFELER olup faydalI işlerle uğraşıldığı zaman  İyİ netice verecek, zararlI olanlarla uğraşıldığı zaman kötü netice verecek ve azap çekilecek. Her işe, her harekete göre ya SEVAP ya da GÜNAH yazılıp boynuna takıp ahirette bir hesap, bir proğram dahilinde yükletilecek.

-     Şu bahçe ve heybetlİ adam ise; KABİR ve SORGU MELEKLERİDİR..

-  Amma şu âli menzillerdeki kasIrlar ve saraylar ile yakIcI veyahut dondurucu hapİshaneler ise; biri CENNET diğeri CEHENNEM olup, her ikisinin de hammaddesi olan buz  kütleleri ve  kristallerin menbaı ise hayat-ı dünyeviye’de en çok  bulunan  su olup, işlenen hayIr ve hasenata veya günaha göre bu sudan hem âli bir kasır ve sarayhem de dondurucu ve azap verici  bir  hapishane  ve  zindan  da yapılabiliyor. Maksat kullanıma bağlıdır. İhtiyattaki ihtiyar serbesttir. Hem herkes kendi binasını kendisi inşa eder. İyi amel işleyenlere iyi muamele edilip âli kasırlara yerleştirilecek, cennete alınacak; kötü amel işleyenlere kötü muamele edilip hapishanelere yerleştirilecek, cehenneme atılacak..

İşte bir derece şu anekdotu fehmettin ise yapılan en ufak bir işin dahi karşılığını bulacağını ve her harekette bir hikmet olduğunu ve devasa büyüklükteki bir saray hükmünde olan şu koca kainattaki hiçbir işin boş ve abes olmadığını elbette anladın. Öyleyse aklını başına al ve menfi hareket etme ki, o sultanın kanununu kırıp cezaya çarptırılmayasın; müspet ve kanunu dairesinde hareket et ki, yaptıklarının karşılığında mükâfat göresin.

Vesselâm…

Son Güncelleme (Salı, 05 Mayıs 2020 14:33)